Bana neden yazıyorsun diyorsunuz. Yazmak sözünüz kesilmeden yapabileceğiniz tek konuşmadır.
Jules Renard

23 Mart 2010 Salı

Dokunulmazlıklar ve Anayasa Taslağı

TBMM'de haklarında suç duyurusu bulunan milletvekilleri ile ilgili  tam tamamına 608 dosya var. Adam başına bir dosyadan fazla. Bu dosyalar bir türlü işleme konulamıyor çünkü muhteremlerin dokunulmazlıkları var.

Ben de iddia ediyorum, Türkiye'nin ve hatta dünyanın hiçbir  yerinde, hiçbir meslek grubunda, hiçbir sosyal grupta, hiçbir gelir grubunda böyle bir rakam yoktur. Bunun sadece iki istisnası vardır: biri TBMM diğeri de hapishaneler. Ne acı değil mi?

Şimdi tablo bu iken iktidar partisi kendi başına hazırladığı ve bir garabet örneği olan taslağa neler koymuş ama dokunulmazlıkları pas geçmiştir. E bu beklenirdi zaten.

Şimdi mecliste transfer pazarı açılacak, BDP ve DSPye esasında hakları olan fakat iktidarın son koz olarak sakladığı % 10 barajının aşağı çekilmesi,  bağımsızlara ise gelecek seçimde seçilebilr yerler sözü verilecek. Bunun adı demokrasi, millet iradesi olacak. Göreceğiz. Yeter ki 367 için en ufak bir ümit sezsinler.

Bu olmazsa da bu defa referandumda oy kapma savaşları başlayacak ve Anayasa ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, konuya en ufak katkısı olmayacak laflarla halkın aklını çelmeye çalışılacaklar. Bunu da göreceğiz.

Müneccim olmaya gerek yok.

22 Mart 2010 Pazartesi

Kavaf'a destek

Kadın (yoksa bayan mı demeliydim?) ve Aileden Sorumlu Bakan Aliye Kavaf, olan biteni yarım yüzyıl geriden izlediğini teyit edercesine, eşcinselliğin bir hastalık, biyolojik bir bozukluk olduğunu buyurdu ve aklı başında herkesi acı acı gülümsetti.

Kendilerinden olanların yanlış sözlerini, hareketlerini, gaflarını örtmekte çok usta olan partilileri bile bu defa suskun kaldılar, kaskatı kesildiler. Bu saçmalığı onlar bile savunamazdı.

Bakanın umutsuzca beklediği yardım nihayet dün geldi. Destek verenler Abdurrahman Dilipak ve saygın eşi idi. Bu kişiler de "Evet Bakan haklıdır, bu gerçekten de bir hastalıktır" fetvasını verdiler.

Böylece bu düşündürücü ve ürkütücü trajikomik olay bir kat daha ilginçleşti.

18 Mart 2010 Perşembe

Açıklamalı Türkçe Sözlük 2

Sayın
Politikacı dilinde.

Ankara ağzıdır. Politikacı esnafının ve onlarla haşır neşir bazı basın mensupları ile televizyoncuların severek kullandığı boş bir lakırdıdır. Sanıldığı gibi her zaman bir saygı ifadesi değildir. Bazen de içinden "şu adamı elime verseler ben ne yapacağımı bilirim pis herifi" derken de söylenir. Dolayısiyle hiçbir anlamı olmayan, manasız bir boş laftır. Derhal tedavülden kalkması gerekir.

Haddini aşmak
Politikacı dilinde.

Politikacılar kendi partisinden olup da saçmalayan arkadaşlarını kurtarmak için "Arkadaşımız haddini aşan bir açıklama yapmış" der. Bunun anlamı "Bizimki doğru dürüst meramını anlatamayan geri zekalı salağın biridir, ağzından çıkanın farkında bile olmaz"dır.

İfade etmek
Politikacı dilinde.

Biz ölümlüler, deriz veya söyleriz. Anlaşılan politikacılar böyle konuşmayı yeteri kadar etkileyici, oturaklı bulmamışlar ve "ifade etmek" lafını icad etmişlerdir. Bazen ağızlarından "söyledim" kelimesi kaçsa bile hemen düzeltir "ifade ettim" derler ve böylece çok fiyakalı olurlar. 

Özür dilemeyi bilmek
Politikacı dilinde.

Özür dilemeyi biliriz. E biliyorsan dile o zaman. Ama aslında onun kastettiği "Özür dilemek gibi bir kavramın mevcudiyetinin elbette farkındayım. Ama özür dilemek bizi bozar. Durup dururken niye özür dileyeyim ki. Nasılsa milleti uyutur, "özür dilemeyi biliriz" deyip hem dilemiş gibi yaparım hem de özür mözür dilemem..

Açıklamalı Türkçe Sözlük 1

Aşk yaşamak
Magazinci dilinde.

Daha çok mankenler ve benzerleri için kullanılır. Aslında aşkı yaşamakla ilgisi yoktur. Tercümesi "bunlar bir süre birlikte takılacaklar, öyle fazla ciddiye falan almayın"dır.

Bayan
Maganda dilinde.

Evet bu bir maganda zarafetidir. Kadın demek alçaltıcı olduğundan bayan denir. Hatta daha iyisi de bağyandır. Nedense bazı kadınlar bile kendilerine bunu layık görürler. Doktora gidip çocuklarının olacağını öğrenen çiftin "Bebeğimiz bayan mı olacak?" sorusu bu deyişin tavan yaptığı yerdir.

Bu zarafetin türevleri arasında yahudiye yahudi, çingeneye çingene diyememek de vardır.

Sanatçı
Magazinci dilinde.

"Bayan" deme zihniyetinin bir benzeridir. Nedense şarkıcı demek ayıpmış gibi sanatçı denir. Oysa şarkıcı demenin hiçbir ayıbı yoktur. Sanatçı ise bambaşka bir şeydir . Tabii ki hem sanatçı, hem de şarkıcı olunabilir. Zaten makbulü de budur, ama ne yazık ki böylesi çok ender bulunur.

Bu meyanda iki soru: Başbakanın sanatçı davetindeki şarkıcıların kaç tanesi sanatçıdır? Gerçek sanatçılar böyle toplantılara neden çağrılmazlar, çağrıldıklarında da neden gitmezler?

Yakalanmak
Magazinci dilinde.

Mankenler, artistler vb.nın denize girerken fotografları çekilirse onlar yakalanmış olur. Sanki yasak veya ayıp birşey yapıyorlarmış gibi. Denize girerken üzerlerinde elbiseleri yerine mayoları varsa iş daha da ciddidir. Aynı şekilde arkadaşı veya sevgiliyle yemek veya sinema çıkışı görüntülenenler de yakalanırlar, suç işledikleeri için.

Proje
Sinemacıların, dizicilerin, tiyatrocuların dilinde.

Herhangi birşey tasarlanma safhasında projedir. Proje gerçekleştiği anda da artık film, dizi veya tiyatro oyunu yani yapıt olur. Oysa proje projelikten çıkıp yapıt olduktan sonra da nedense sevdalıları proje kelimesini kullanmaya bayılırlar.

1 Mart 2010 Pazartesi

Bu filmi mutlaka görelim, çünkü eleştirmenler hiç beğenmedi

Namık Kemal, Tahrib-i Harabat'ı yazdığından bu yana yüzelli yıla yakın zaman geçti ama Türkiye'de eleştiri bir arpa boyu yol gitmedi.

Neredeyse hala birçok konuda eleştiri yazılmıyor bile. Örneğin bu hafta günlük gazetelerde, konserler, resitaller, tiyatro oyunları, bale gösterileri, resim, heykel, fotograf sergileri, yeni mimarlık projeleri vb. ile ilgili kaç eleştiri gördünüz?

Eleştiri yapılan alanlar malum: futbol maçları, ikoncanların kılık kıyafetleri, lokanta değerlendirmeleri, haftanın filmleri... Bir-iki de kitap eleştirisi.

Bunlardan fanatik taraftar futbol yazarlarının hoyratlığını, kılık kıyafet ve eğlence yerleri değerlendirmeleri yapanların zıpırlıklarını, beleş yemek yedikleri lokantalara methiye düzenlerin saçmalıklarını eleştiriden saymıyorum bile.

Evet eleştiri özneldir ama ön yargısız, namuslu olmalı, eksiler kadar artıları da görmelidir. Ki saygı görsün, ciddiye alınsın.

Oysa birçok eleştirmene göre de "eleştiri" demek "karalama" demek. Ya eleştirdiği kişiye önceden kızgınlığı var, ya egosunu tatmin edip kendini kanıtlama derdinde, ya sivri olup kendinden bahsettirecek, ya da (veya bir de) konuyu bilmiyor.

Bir örnek son günlerde vizyona giren "Veda" filmi.

Beğenirsin, beğenmezsin. Bunu da yazarsın. Daha doğal ne olabilir? Ne var ki bir bölümü için hiç de öyle olmamış besbelli.

Çoğu eleştirmen filmin ana hikayesini anlamamış bile. Arkadaşı ölünce yaşamanın artık anlamsız olduğunu düşünerek intihar etmeye karar vermenin, üstelik bunu henüz ergenlik çağındaki oğluna anlatmanın nasıl eski Yunan tragedyası kıvamında bir hikaye olduğunu görememiş bile.

Can Dündar şöyle yapmış da, Livaneli'nin bu fimi Can Dündar'a cevapmış. Lafa bak. Buna Livaneli de Dündar da gülüp geçmiştir her halde. Daha belgeselle sinema filminin farkını bile bilmiyor, elma ile armudu topluyor. Bunlar da eleştirmen. Cehalet zor.

Kritiklere bakıyorum çok azı filmi sinematografik yönden eleştirmiş. Rejinin, fotografların, dekorların, kostümlerin, makyajın, müziğin, oyunculukların, örneğin küçük Mustafa'nın, Atanın kadınlarının oyunculuklarının, bence Zorba'dan hiç de aşağı kalmayan Zeybek'in farkında bile değil. Filmi doğru dürüst seyrettiği bile şüpheli.

Kimi diyor tu kaka, film Atatürk'ü efsaneleştirmiş (sanki o bir efsane değilmiş gibi), kimi de tersine bu nasıl Atatürk fimi kahramanlıkları, devrimleri anlatılmıyor bile.

Basma kalıp bir sürü boş laf. Senaryo aceleye gelmişmiş. Ben biliyorum ki senaryo üç yılda yazıldı. Ne diyeyim?

Bir gün bir arkadaşım "Bu filmi mutlaka görelim, çünkü eleştirmenler hiç beğenmedi" demişti, Gel de hak verme.

Bu kafa yapısı

Buyruk geldi:

Ey gazete sahipleri. Tez elden mahiyetinizdekilere bir çeki düzen verin.

Böyle şey nerede görülmüş, kafalarına göre yazıyorlar, çiziyorlar.

Yoksa patron siz değil misiniz, maaşlarını siz ödemiyor musunuz? Bu nasıl şey, benim bildiğim patron ne derse o olur. (Tercümesi: en büyük patron da ben olduğuma göre ben ne dersem o olur.)

***

Hazret alışmış bir kere. Her dediği yapılıyor, kimse sözünden dışarı çıkamıyor. Herkes el pençe divan. Çevresindekilerin bırakın itiraz etmeyi, bunu düşünmeleri bile söz konusu değil.

Böyle olunca da sanıyor ki bu işler her yerde onun bildiği gibidir.

***

Bu kafa yapısı biat kültürünün bir sonucudur. Gün gibi aşikar.